9 Ağustos 2011 Salı

Ruh Hakkında ve Hakikat

FİHİBİSMİLLAHİ
"Ve yes'eluneke anir ruh kulir ruhu min emri rabbı ve ma utıtüm minel ılmi illa kalıla" İSRA suresi -85
Sana ruhu soruyorlar. De ki; Ruh, Rabbimin emrindedir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.
Ayette buyrulduğu gibi Ruh tan az bilgi verilmiştir. Bu az bilgiden size bir parça sunalım İnşaallahu Teala.
Ruh Allah'u Tealanın sıfatlarındandır ve kendine mahsustur.
Allah (cc); Alemleri yaratmayı irade buyurduklarında, Ol emriyle kainatta olan canlı ve cansız tüm mahlukatı kendi sınırsız varlığında bulunan esmalarından yaratmış ve bu yarattıklarından canlı olanları HAY ismiyle hayata bağlamıştır.
Yani Mukarrep (Allahın zatına yakın) Melekler hariç, sair Melekler, cinler, bitkiler ve hayvanat, Allah'ın Hay sıfatıyla hayat sahibi olurlar.
İnsanlar ve mukarrep Melekler, Cebrail (as) gibi varlıkları ise Allah (cc) kendine mahsus Ruh sıfatıyla hayata bağlamıştır.
ELEST gününde insanlarla birlikte Mukarrep Meleklerde secde edenlerdendir. Bu Meleklerin Nur yapıları İnsanların nur yapıları ile diğer Meleklerin nur yapılarının arasındadır.
Ruh, Allah'ın zatına ait özel hayat sıfatı olduğu için, Ruh ile hayata bağlanma şerefine erişen İnsanlar Allah'a ait RUH ile Allah'a halife sıfatı kazandıkları için, sair meleklerden ve diğer canlı mahlukattan derece olarak üstün tutulmuştur.
"Fe iza sevveytühu ve nefahtü fıhi mir ruhıy fekau lehu sacidın"HİCR suresi – 29
Ona şekil verip, Ruhumdan nefhyettiğimde ona secde edin.

Burada nefahtü kelimesini üflemek anlamında yorumlarlar oysa, Allah'u Teala yerlere ve göklere istiva etmiştir. Yani yaratılmış her varlık onun esmalarından yaratıldığı için her varlığı oluşturan onun isim ve sıfatlarıdır.
İşte Hicr 29'daki NEFAHTÜ kelimesi, Allah'ın İnsana çeşitli esmalarıyla istiva etmesinden sonra ayrıca RUH sıfatıyla da istiva etmesidir. Allah (cc) sonsuzluğun AHAD'idir dolayısıyla ona ait RUH'da sonsuz ve tektir. Zannedildiği gibi ruh bölük bölük değildir. İnsanlar sonsuz Ruh denizine misafir edilmiş varlıklardır. Atmosferdeki hava dünyada nasıl bu kadar insanın varlığının içinde ve dışında aynı anda varsa Ruh da da aynı şekilde vardır.

Beden aleminden ömrü biten insan Ruh deryasından misafirlikten ayrılır. Allah (cc) o insandan Ruh sıfatını Azrail (as) vasıtasıyla çeker. İnsanı nur alemde başka boyuta taşır. Denizden çıkan balık nasıl hayatını sonlandırırsa insanda RUH ummanından çıkınca beden hayatı sonlanır.
Ruh hasta olmaz RUH hastası demek küfürdür, çünkü RUH Allahın özel sıfatlarındandır.

RUH aynı zamanda İnsanda, yine İnsana Şah damarından yakın olandır.
"Ve le kad halaknel insane ve na'lemu ma tuvesvisu bihi nefsuh ve nahnu akrabu ileyhi min hablil verid" KAF suresi – 16
Andolsun İnsanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.

Ayette geçen şah damarı beden aleminin zahiri hayat kaynağıdır. Ruh da şah damarından bedene daha fazla sirayet ettiği için gerçek hayat kaynağıdır. Ruh, size nefsinizin fısıldadıklarını bilendir. Bu sebeple Yüce Peygamberimiz (sav);
"NEFSİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR!"
Buyurmuştur. Yani bir anlamda RUH bedende Rabbin temsilcisidir!

Uyku bedene ölümün talimidir, ölümün öğretilmesidir! Uyanık bedende ruh insanla %100 beraberse, uykuda beden ruhla %1 beraber olur! Yani uykuda beden ruhla çok az irtibatlıdır. Uykudaki insan kainatın 46 boyutundan, derecesine uygun bir boyuta çekilir, mesela rüya boyutu gibi! Bu konuları inşaallah yeri geldikçe anlatacağız!
Allah'a emanet olun dualarınızda bizi de unutmayın...


CAFER İSKENDEROĞLU

6 Ağustos 2011 Cumartesi

KİBİR ve ŞEYTAN

FİHİBİSMİLLAHİ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

KİBİR VE ŞEYTAN

Lain şeytan, İnsanın ezeli düşmanıdır. O lain insanın ilmini ve yaratılıştaki üstünlüğünü kıskanır.
Lainin ilmi sadece hile ve aldatma üzerinedir.
Çünkü lain ve soyu, yaradılışa şahit tutulmamıştır, bu sebeple Kainat ve içindekilerinin, sayısız ilimle yaradılışının bilgisini Allahu Teala, iblis ve soyuna vermemiştir. Haliyle iblis ve soyu insana nasip edilen ulvi ilimlerden ebeden mahrumdur.
“Ben onları (iblis ve soyunu) ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de bizzat kendilerinin yaratılışına şahit tuttum. Ben yoldan çıkaranları yardımcı edinecek değilim.” Kehf  suresi -51-
Yukarıdaki ayetinde şahitliğinde, Allahu Teala biz İnsanlara, iblis ve soyunun ulvi ilimlerden mahrum bırakıldığını alenen bildiriyor.
Buna rağmen son zamanlarda iblise tapanların İslam alemine yutturduğu bir söz var.
ki; “şeytanda alimdir.”
Bu sözden maksat şudur İslam alemini, alimlerin ilminden şüpheye düşürmek ve alimlerle taliplerin arasına soğukluk sokmaktır ki bu da iblisin oynadığı bir oyundur.
Şeytana alim demek, O laine Allahu Tealanın vermediği bir makamı vermeye çalışmaktır. Aynı zamanda Allahu tealanın yüce Alim sıfatını laine yakıştırmaktır. Bu yanlıştır. Buradan ahir zaman Müslümanlarını uyarmayı bir borç bilirim. İblise tapanların aramıza soktuğu sözlerle birbirimize ve Alimlerimize şüphe ile bakmak, o laine yardım etmektir.
Oysa biz Adem soyuyuz!
Ve şerefli bir şekilde yaratılmış varlıklarız! Bize verilen bu şeref Allahu Tealanın bizi üstün yaratması ile ve ilimle donatması iledir.
Bu şerefi Allahu Teala biz İnsan oğullarına ilk yaratılışta secde gününde bahşetmiştir, bu konuyu daha önceki yazılarımızda anlatmıştık, dünyaya gelen her İnsan ilimle gelir ancak buluğ çağından sonra tutacağı yol ona ya bu ilimleri hatırlama yolunu yada iblisin yolunu tercih ettirir.
“Kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? (onlarda), evet (buna) şahit olduk dediler.” A’raf suresi -174-
Ahir zamanda genel olarak iblis, İnsanı daha buluğ çağına gelmeden deccalin cennetine atar. İblis bu yola soktuğu insanlarla bir daha uğraşmaz. Çünkü onları aldatıp azdırmıştır. O lainin asıl hedefi iman edenlerdir.
İblis İman edenleri birbirine düşürmekte ustadır.
Az bir ilmi insana çok gösterir ve o zavallı insan o azıcık ilmiyle Alimlerin yoluna diken dökmeye başlar. O zavallı İnsan’ın ilmi kendisine kibir kapılarını açar. Kendini en sağlam Müslüman sanır, ama Ebu Cehil’in yaptığını yapmaktadır farkında değildir. Azıcık ilmi o zavallıya, iblis tarafından dağlar gibi gösterilmiştir.
Gerçek manada Alim ise kendi ilmini İnsanların ilmiyle değil Allahu Tealanın ilmiyle kıyaslar ve bakar ki İnsanın ilmi Allahu tealanın ilminin yanında bir toz zerresi bile değildir. Bu sebeple Alimler tevazu ehli olurlar. Cahiller ise şüpheci olurlar. Zira iblis o cahile her şeyden şüphelenmeyi telkin eder. Ve çoğunlukla başarılı olur. İşte o zaman talibin ayağı çoktan kaymış olur.  Esfeli safilinden aşağı doğru inmeye başlar. Lain ise o cahilin bu inişini yükseliş gibi gösterir. Lain, İnsanı ayetlerle kandıramaz ama uydurulmuş hadislerle kandırır. Çünkü iblis, bu uydurma hadisleri zamanında İslam düşmanlarının aklına bizzat kendisi sokup uydurmuştur.
İşte gerçek Alimlerin düşmanları, az bir ilmiyle kendini doğru yolda sanan zavallılardır. Çünkü iblis ve tayfası ve cinler gerçek Alimlere yaklaşamaz ancak iblislerin azdırıp vesvese verdiği zavallı İnsanları, Alimlerin üzerlerine yollarlar. Yani cahilleri, lainler maşa olarak kullanırlar. İşte bu sebeple Peygamber Efendimizden bu zamana kadar gelen gerçek Alimlerin, iblis tarafından bir eziyete yada hakarete uğratıldığı görülmemiştir. Ancak iblisin azdırdıkları Müslüman kılıklı cahillerin elinden, dilinden ve sui zannından gerçek İslam alimleri çok eziyet çekmiştir.
Bunlardan bir örnek vereyim;
Ahmed El-Rıfai (k.s) Hazretleri seferden dönüp şehre yaklaştığında atından iner kemerini bağlar, beraberinde daima bulundurduğu bir ipi çıkarıp odun toplar, yük yapıp başına koyup getirirdi. O’nun durumunu gören dervişlerde aynı şeyi yaparlardı. Şehre vardığında odunları dul kadınlara, fakirlere, kötürümlere, hasta, kör ve ihtiyarlara verirdi.
Hazret, hiçbir zaman kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Bir defasında bir cemaat ile karşılaştı. Kendisine söğüp saydılar. 
“Ey kör, ey deccal, ey haramları helal eden herif! Ey Kur’an’ı değiştiren ey mulhid ey köpek” diye hakaret yağmuruna tuttular. Bu durum karşısında Ahmed El-Rıfai (k.s) Hazretleri başını açıp toprakları öptü.
Onlara;  “Efendilerim! Kölenizi affediniz.” Deyip kendisine hakaret edenlerin el ve ayaklarını öptü.

“Ne olursunuz benden razı olunuz. Sizin hilminiz beni kapsayacak kadar geniştir.”
Deyip onları aciz bıraktığı zaman, kendisine hakaret edenler dediler ki:
“Senin gibi sabırlı bir alim görmedik. Bizim bütün bu eziyetlerimize tahammül ettin.” 
Ahmed El-Rıfai (k.s) Hazretleri;
“Bütün bunlar sizin himmetinizle oldu.”
Dedikten sonra arkadaşlarına dönüp:
“Ancak hayırlı bir iş oldu. Onların kursaklarında gizlenmiş bulunan konuşmalarından onları kurtardık. Zira biz herkesten daha layıktık ki, bu küfürleri bize savurdular. Büyük ihtimal ki bunu başkasına söyleseydiler tahammül etmez, aralarında arbede başlardı!”
HİLİM sıfatının mazharı bulunan Ahmed El-Rıfai (k.s) Hazretlerine Şeyh İbrahim El-Besti bir mektup yazarak hücum etti. 
Mektubu getiren elçiye;
“Aç ta mektubu bana oku.” Dedi.
Mektupta şunlar yazılı idi
“Ey kör, ey deccal, ey bidatçı, ey erkek ile kadınları bir arada toplatan!” Hatta “ey köpek oğlu köpek” bile yazılı idi! Öfkeyi gerektiren daha neler neler yazılı idi. Elçi mektup okumayı bitirince, birde Ahmed El-Rıfai (k.s) Hazretleri alıp okudu. “Dedikleri doğrudur, Allah (c.c) benden taraf olan hayr-ı ihsan buyursun.” 
Dedikten sonra şu şiiri okudu:
“Ben Allah katında şüpheli olmadıktan sonra, zamandan gelen hiçbir şüpheye önem vermem.”
Sonra elçiye; ona cevap olarak şunları yaz dedi;
“Hiç olan Ahmedcik’ten efendisi şeyh İbrahim El-Besti’ye; senin söylediğin sözüne gelince; Allah (c.c), beni dilediği gibi yaratıp istediğinde durdurmuştur. Benim maksadım sadaka olarak bana dua etmendir. Bana hakkını helal et ve beni himmetinden mahrum etme.”
Mektup Şeyh İbrahim’in eline vardığı zaman mahcubiyetinden başını alıp gitti. 
Bir sohbetinde “Ahmedcik’te bir ayıp gören varsa kalkıp söylesin.” Dedi.
Müridlerinden biri ayağa kalkıp;
“Ey efendim! sende büyük bir ayıp vardır. Bu ayıbında bizim gibileri kendine talebe edinmendir.”
Bunun üzerine talebeleri hıçkırarak ağladılar, onlarla birlikte Ahmed El-Rıfai (k.s) Hazretleride ağlayıp;
“Ben hizmetkarınızım. Ben sizden eksiğim.” Deyip nezaket ve tevazu gösterdi. Ahmed El-Rıfai (k.s) Hazretlerinin en büyük kerameti Allah Resulünün (sav) sünnetinden ayrılmamasıdır.
İşte ahir zamanın güzel İnsanları, Alimin hali budur!
Hocam Seyyid Ahmed Turan (k.s) Hazretleri derdi ki;
“Neler geldi neler geçti felekten, görülmedi deve geçti elekten!” Yani nice Alimler, büyük zatlar geldi ve geçtiler, ancak gözlerini ve kalplerini kibir bürümüş cahiller onları görüp istifade edemediler.
Size derim ki; bu zamanda gerçek manada Alimlere çok ihtiyacımız var. Onların yollarına diken değil, o yollarda dikenleri ayıklayanlardan olalım.
Allahu Teala o alimlere bizleri de ulaştırıp istifade ettirsin.
Allah’a emanet olun..
Dua edin..
Cafer İskenderoğlu..

2 Ağustos 2011 Salı

İnsanın Yaratılışta Üstünlüğü

İnanan ve inanmayan tüm İnsanlar ayırt edilmeden, üstün bir yaratılışla yaratılmıştır. Bu nedenle insanlar varlıklarıyla değil düşünceleriyle değerlendirilmelidir. İlim sahibi olan ışık ve enerji bedenlerimiz balçık beden dediğimiz fiziksel varlıklarımızda iç içe gizlenmiştir. İnsanlar yaratılışlarının bu aşamasında Adem (as) varlığında dünyaya geliş sıralamasına göre kodlanmıştır. Bundan sonra insan nesli hangi yerkürede ve hangi anne babanın soyundan gelecekse o annenin varlığında bulunan alakta şekillenip fiziksel bedenlere geçip vücut bulacaktır. İnsanı Allah’a (c.c) halife yapan en büyük özellik; Allah’ın ruhundan insana lutfedip üflemesidir. Bu insana diğer bilinçli varlıklara göre çok üstün bir değer ve derece kazandırır.

“O nu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın. Bütün melekler toptan secde ettiler.”
Sad Suresi 72 -73


Yukarıdaki ayette açıkça beyan edildiği gibi Allah (c.c) insana ruhundan lutfetmeden önce İnsan secdeye ve halife adaylığına hazır bir varlık değildi. Allah’ın insana ruhundan üflemesi demek; Allah’ın zatına mahsus olan ve hiçbir yarattığı varlığına vermediği çok özel bir hayat kaynağından insanlara bağışlamasıdır. Bu aşamadan sonra Allah (c.c) yaratmayı dilediği halifesini Adem (as) şahsında tamamlamıştır. İnsan artık üç beden, ruh, akıl ve nefs sahibidir. Buraya kadar anlattıklarımız insanın ışık yapıdan başlayarak yapmış oldukları tesbihatların sayıları da defalarca katlanarak hücrelerle inşa edilmiş ferdi beden (fiziksel beden) sahibi olana kadar sayısız esmalarla onurlandırılışının sıralamasıdır. Artık Allah (c.c) insandan kendisinin varlığını birliğini tasdik etmesini ve tesbih etmesini ister.


“Sizi biz yarattık. tasdik etmeniz gerekmez mi?”
Vakıa Suresi 57


İnsana lutfedilen bu üstün yaradılış evren içerisinde başka hiçbir varlıkta yoktur. Bu özelliğinden dolayı Allah(c.c.) yarattığı üstün donanımlı insana öyle bir yük yüklemiştir ki bu yük Allah’ın insana özel bir emanetidir.


“Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler,(sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.
” Ahzab suresi -72-


Yukarıdaki ayette o kutsal emanete talip olan insanın çok zalim ve cahil olması esfel-i safiline indirildikten sonra Allah’ı bilip O’na yönelmemesi sonucu ikinci, üçüncü ve dördüncü defa  esfel-i safiline indirilmesinden sonradır. Bu tür insanlara artık Allah’ın sevgisi ve dostluğu yoktur. Onlar şeytanın fısıltılarına uyup onun taifesine girenlerdir. Allah’ın emirlerine uyup, ilk yaratılışını hatırlayıp Allah’a yönelen insanlar bu ifadelerin dışındadır. Bunlar Allah’ın şan ve şereflerini yükselttiği değerli halifeleridir. Bu insanlar Allah’ın birçok özel yeteneklerle ve ilimlerle onurlandırdığı İnsan-ı kamillerdir. Burada daha önce kaydettiğimiz bir ayeti hatırlamamız gerekir.


“Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık, onları karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.”
Isra suresi -70-


Daha önce verdiğimiz örnekte olduğu gibi buz parçası kendi varlığında nasıl suyu ve havayı iç içe ve tek bir vücutmuş gibi bulunduruyorsa insanın üç bedeni de buz misali, balçık bedende enerji ve ışık bedeni ihtiva eder. İnsanın üç bedene sahip olması onun sınavının ağırlığındandır. Bu konuyu ve üç bedenimizi nasıl kullanacağımızı anlamamız için önce insanın indirildiği esfel-i safilin (aşağıların aşağısı) konusunu iyice öğrenmemiz lazımdır. Buraya kadar Tin suresinin ilk ayetlerini yani insanın ahsen-i takvim (en güzel biçimde yaratılış sıralamasını) inceledik. Bundan sonra esfel-i safilini içeren diğer ayetleri inceleyeceğiz.


“Sonra onu (insanı) aşağıların aşağısına indirdik.”
Tin suresi -5-


Yukarıdaki ayette geçen insanın esfel-i safiline indirilişini üç ana başlık altında inceleyeceğiz. Çünkü üç çeşit esfel-i safiline indiriliş vardır. İnsanların bir kısmı üçüncü esfeli safiline kadar indirilmiştir. Bu tür insanlarda insanlık sevgisi, doğa sevgisi, barış duygusu gibi insana has güzel hasletler tükenmiştir. Yukarıdaki ayette tarif edildikleri gibi onlar kendilerine ve etraflarına aşırı derecede zalim ve cahillerdir. Bu insanların kalpleri, gözleri ve kulakları mühürlenmiştir. Kendileri dahil hiçbir varlığa faydaları olmaz.


“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir. Ve onlar için ( dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”
Bakara suresi -7-


ESFEL-İ SAFİLİN


Birinci Esfel-i Safilin;


Birinci esfel-i safiline indiriliş insanın kendi yaratılışına ve evrenin yaratılışına şahit olduğu ışık beden ve çok yüksek ilim sahibi olan insanın Hz. Adem (a.s.) in yaratılışından sonra onun sulbüne (D.N.A) larına yerleştirilerek fiziksel bedenlere indirilmesidir. Bu konuyu daha iyi anlamamız için aşağıdaki ayeti tekrar hatırlamamız lazım


“kıyamet gününde, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye Rabbin Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu…”
Araf -172-


İşte bu ayette ilk olarak ışık bedenlerde yaratılan insanın enerji, balçık, atom aşamasından sonra molekül olarak Adem’in (a.s.) zürriyetine yerleştirilmemizin açıkça işareti vardır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir; insanın balçık bedeni üçüncü aşamada yaratılmasına rağmen nasıl oluyor da birinci aşamada sanki zamanın gerisine giderek yaratılışa bütün insanlar şahit tutuluyor? Önce şunu bilmemiz lazım gelir, Allah (c.c.) zamandan ve mekandan münezzehtir. Allah neyi dilerse o anında oluverir. Allah’ın (c.c.) zatından zatına tecelli etmeden önceki haline AMA durumu denir. Bu konuyu önceki sayfalarda anlatmıştık. Allah Ama halindeyken yani sonsuzlukta yaratılmış hiçbir şey yokken yalnızca ve yalnız sonsuz zatı var iken ezeli ilminde yaratacağı her varlığı planlayıp tertip etmiştir. Yüce Allah’ın (c.c.) ezeli ve ebedi ilminde yaratacağı her varlık yine kendi dilemesiyle vardı. Ve Allah’ın (c.c.) zatından zatına tecellisiyle ilk yaratılmamız anında evrende gelip geçecek insanların tümü yaratılışa şahit olduktan sonra, fiziksel hayattaki gelişimini ve davranışlarını içeren bilgiyle birlikte yaratılışa şahit tutulduğu anda Allah ile yaptığı ahitleşmede vermiş olduğu sözlerle beraber o an sahip olduğu yüksek ilimi de balçık (kuark) ve atom yapıdan sonra moleküller (D.N.A.) halinde ruhu alakta tekrar almak kaydıyla Adem (a.s.) ın zürriyetine yerleştirilmiştir. Bununla beraber insanlar ilk yaratılıştan sonra dünya hayatına gelene kadar geçirdiği süre içinde –ki bu milyonlarca yıldır- akıl ve bilinç sahibi olarak ruhlarıyla birlikte alem-i ervah denilen nezih bir alemde bulunurlar. Hal böyle olduğu için ve fiziksel bedenlerdeki insanlar zaman boyutuna da mahkum olduğundan bu konuyu anlamakta zorluk çekebilirler. İşte insanın Adem ve oğulları aracılığıyla fiziksel bedenlere gelişi birinci esfel-i safiline indiriliştir.  İnsan birinci esfeli safilinde Allah’a inanırda onun yolunda giderse yükselişi çok çabuk olur.


“Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.”
“Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir mükafat vardır.”
Tin suresi 4 - 6


İkinci Esfel-i Safilin;


İnsan zürriyeti Adem (a.s.)ın varlığında dünya hayatında fiziksel bedenlere yani birinci esfel-i safiline indirilirken ışık bedenlerdeki ilmi ve bilincinin büyük bir kısmı yukarıda anlattığımız gibi insanın D.N.A. moleküllerine yerleştirildi. İnsanın  davranışı, karakteri ve yaratılışta şahit olarak görüp bildiği tüm ilimleri Allah’ın (c.c.) taktirine göre insandan insana değişik hatırlanır. Bu değişik hatırlama olayı her insanın D.N.A. larında değişik biçimlerde ve satırlarda yerleştirildiği içindir. Bu konuyu Kuran’ı Kerimde Allah (c.c.) ayetlerde şöyle açıklıyor.


“Yaptıkları her şey kitaplarda kayıtlıdır. Küçük, büyük her şey satır satır yazılmıştır.”
Kamer suresi 51-52


Yukarıdaki ayetlerde tarif edilen kitaplarla Allah (c.c.) hem levh-i mahfuzu hem de insanın D.N.A. larındaki kitabı kastetmiştir. Çünkü insan ilk yaratılışında kendi yaratılışına ve evrenin yaratılışına şahit olurken Allah’ın izniyle bütün ilimleri öğrenmiştir. Bu ilimler aynı zamanda levh-i mahfuza kayıtlıdır. Kıvrılmış D.N.A. molekülünü inceleyen bilim adamları insana ait bütün bilgilerin satır satır yukarıdaki ayette anlatıldığı gibi kayıtlı olduğunu görmüşlerdir. Gen bilimini inceleyen bilim adamları henüz D.N.A. lardaki bilgilerin çok az bir kısmını çözebilmişlerdir. Bu bilgileri n tamamı çözüldükten sonra yeryüzünde Allah’a inanmayan ve ilk yaratıldıkları andaki bilgilerini hatırlamayan hiçbir insan kalmayacaktır. Allah(c.c) kullarına verdiği hiçbir ikramı geri almaz. O Gani’dir. İlk yaratılışta insana verdiği yüksek ilimleri de geri almamıştır. Bu ilimleri, Esfeli safiline indirdiği insanların DNA moleküllerine (insanların levh-i mahfuzları) yerleştirip, ilk yaratılış anındaki ilim seviyesine çıkıp kendisine ulaşmak için başlattığı sınav sürecinde tekrar kullanmaları için hazır tutmuştur. İnsanın ilminin DNA larına yerleştirilmesi ve dünya hayatına az bir bilgi ile gelmesi ilmen esfel-i safiline indiriliştir. İleride DNA lardaki ilimleri nasıl hatırlayıp beyine aktaracağımızı anlatacağım.


Üçüncü esfel-i safilin ;


İnsanlara dünya da geçirecekleri kısa hayatlarında Allah(c.c) yardımcı olmak ve imtihanlarını kolayca verebilmeleri için Peygamberler ile birlikte kitaplar göndermiştir. Bunlara uymayıp şeytana uyanlar üçüncü esfel-i safiline indirilir en kötüsü budur. İnsanı üçüncü esfel-i safiline inançsızlığı indirir. Dünya hayatında şeytanın ve nefsinin fısıldadıklarına uyanlar, Allah’a Peygamberine ve kitabına inanmayanlar, yeryüzünde fesatlık çıkaranlar, kan dökenler, Allah yolunda ilim yapmayanlar vs. üçüncü defa esfeli safiline inerler bu derece aşağıların en aşağısıdır.  Buradan kurtulmak için, Allah’ın Kuran’da gösterdiği yollara uymak ve çok tövbe etmek lazımdır.


“Ancak iman edip Salih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı ecir vardır.”
Tin suresi -6-


Allah (c.c) insanı dünya hayatına gönderirken de üstün yeteneklerle donatmıştır. Bu yetenekler üzerine aldığı yükün sorumluluklarını yerine getirmek için gereklidir. Çünkü Allah(c.c) insanı ve evreni boş yere yaratmamıştır. Evren insanın, insan evrenin emrindedir.


“Göğü, yeri ve ikisinin arasındakileri Biz boş yere yaratmadık. Bu, inkar edenlerin zannıdır. Vay o inkar edenlerin ateşteki haline.”
Sad suresi 27


Şimdi sebepsiz yaratılmayan insanı gözden geçirelim.
1-Akıl sahibidir.
2-Nefs sahibidir.
3-Allah’a halife adayıdır.
4-İç içe dizayn edilmiş kullanabileceği üç bedeni vardır.
5-Kuran’la aynıdır.
7-Yukarıdaki özelliklerini idare eden ruh sahibidir.


Yeryüzünde yaşayan insanlardan kaç tanesi bir kısmını yeni duyduğu yeteneklerinin farkındadır, yeryüzüne geliş sebebimiz nedir? , insana yüklenen yük nedir? Nasıl yaratıldığımızı öğrendiğimiz gibi, Bunları bilirsek üstün yeteneklerimizi de kullanmayı öğrenebiliriz.


“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet edendir.” Enam suresi -165-


Yukarıdaki ayette Allah’ın (c.c.) buyurduğu gibi dünyadaki insanlar Maddi derecelerle olduğu gibi manevi derecelerle de birbirlerinden farklıdırlar. Manevi derecelerin her basamağı insanı esfel-i safilinden adım adım Allah’a yaklaştırır. İnsanın Allah’a halife olabilmesi için önce sağlam bir imana sahip olup ardından yüksek ilim derecelerine de ulaşmaya çalışması gerekir. Ancak o zaman Allah’ın büyük bir lütuf olarak insana verdiği enerji ve ışık bedeni, fiziksel bedeni kullanır gibi kullanabilirler. Gerçi fiziksel bedenlerden de birçok organlarımızı bizim irademizle kullanamayız. Bir kalbin atışını, damarlarda akan kanın kontrolünü, midenin çalışmasını, gözün görmesini, duymayı ve bunun gibi fiziksel bedenlere ait birçok organı insan kendi iradesiyle kullanamaz. Bu organların tamamını Allah (c.c.) kontrol eder. Işık ve enerji bedenlere geçerken hücreden enerji veya ışığa kadar insanın fiziksel bedeni dağılır. Her biri eğer enerji bedeni kullanacaksak enerji taneciği olur. Ve hacim olarak çok geniş bir küresel alanı kaplar. Bu enerji bedenin fiziksel bedene  dönüşü yine Allah’ın iradesindedir. Nasıl ki insanın fiziksel bedenlerdeki bir çok organını kullanması kendi iradesinde değil Yüce Allah’ın iradesinde ise fiziksel, ışık ve enerji bedenler arasındaki dönüşümde Yüce Allah’ın (c.c.) iradesindedir. Bu oluşumu insanın önce idrak etmesi lazımdır. İdrak edip anlamsı içinde yaratılışı ile birlikte kendisine lütfedilen varlığında bulunan kitabını okuyup anlaması ve bununla beraber etraflarında her yönde bulunan Allah’ın ayetlerini okuyup bilmesi gereklidir.


“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ayetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?”
Zariyat suresi -20-21-


Zariyat suresinin 20 ve 21. ayetlerinde yeryüzünü dolayısıyla evreni oluşturan (burada yeryüzü ile evrendeki bütün gezegenler kastedilmiştir) ışıktan hücreye kadar sayısız esmalar zincirinin oluşturduğu ayetlerden bahsediliyor. İnsan da aynı esmalar zincirinden oluştuğu için aynı ayetleri içerir. Bu ayetleri okumak için insanın kamil noktaya çıkması gerekir. İnsanın varlığındaki (nefislerindeki) ayetler Kuran ve levh-i mahfuzdaki ayetlerle aynıdır. İnsanda mevcut olan Kuran, yeryüzünde ve evrendeki  canlı veya cansız mevcudatı taşıyacak ve anlayacak şekilde, istidatları ölçüsünde yerleştirilmiştir. Kuran’ın tamamındaki ihtişam ve mana yeryüzü ve gezegenlere yüklenseydi onlar Kuran’ı idrak edemediğinden bu yüke tahammül edemez dağılırlardı.


“Eğer biz Kuran’ı bir dağa indirseydik, muhakkak O’nu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz.”
Haşır suresi -21-


Kuran’ı Kerim ve Allah’a halife olma özelliği insana emanettir. İnsan bu emanetin bilincine esfel-i safilindeyken oluşamaz çünkü bu boyutta insan çok zayıftır ve cahildir. Esfel-i safilin karanlığından kurtulmak için Kuran ışığına yapışmak lazımdır.


Allah’a emanet olun…
Duada bizi de unutmayın…
Cafer İskenderoğlu

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI KAPIDA

Dünya, üzerinde yaşayan 7 milyar nüfusu besleyemeyecek hale gelmiştir. Bu gün yeryüzünde 2 milyara yakın İnsan açlık ve susuzlukla karşı karşıyadır. 3 milyara yakın insanda yetersiz beslenmeyle yüz yüzedir. Dünyanın bütün Ülkelerinde her geçen gün hayat pahalanmakta ve Devletler halklarına yeterli kaynak ayıramadığından sizlerinde izlediği gibi zaman zaman Dünyanın bütün Ülkelerinde isyanlar çıkmaktadır.
 Bu durumu çok önceden fark eden batılı milletler, gözlerini Orta Doğunun zenginliklerine dikip, yer altı ve yer üstü kaynaklarına el koymak için uzun soluklu bir çalışmayla, İslam Ülkelerini muhasara altına alıp, birbirine düşürerek yok etmeye çalışmaktadır. 90’lı yıllarda yayınlanan bir CIA raporunda 2015 e kadar Dünya nüfusunun 3,5 milyara yakının kıtlıklardan, hastalıklardan ve savaşlardan öleceğini ön görmüşlerdir. Yıllardır Dünyanın Ekonomik geleceği üzerinden etütler yapan bencil milletler, maalesef Müslüman Ülkeleri üzerinde büyük oyunlarını 2000 yılının başından itibaren devreye koymuşlardır. Batılı milletlerin, onlarca yıl uşaklığını yapan Arap kökenli Devletlerin başındakiler, kendi halklarının içten dış güçler tarafından bölünmelerini görmezlikten gelmişlerdir ve bununun acısını hem kendileri hem halkları çekmektedir.
 Bu hususta Peygamber Efendimizin (s.a.v) bir Hadisi Şerifi şöyledir:
“ Kafirler Arap yarım adasına inerler. Ordular düzenlenir halife öldürülür dertler büyür Şam surları üzerinde bir münadi: ’yaklaşan şerden dolayı vay Arapların haline’ der.” ikdü-d dürer

Bir başka Hadisi Şerif:
“Sizleri benden sonra vuku bulacak 7 fitneden sakınmaya davet ederim, Medine’den çıkacak bir fitne, Mekke’den çıkacak bir fitne, Yemen’den çıkacak bir fitne, Şam’dan çıkacak bir fitne, Şark’tan çıkacak bir fitne, Garp’ten çıkacak bir fitne, bir fitnede Şam’ın merkezinde zuhur eder ki işte bu Süfyani’nin fitnesidir.” Suyuti

 İşte Garp’ten çıkacak fitne, Fas’tan Mısır’a kadar olan fitnedir.
Şark’tan çıkacak olan fitne Afganistan, İran Pakistan’da fitili ateşlenen fitnelerdir. Yemen’de ve Şam’da da karışıklıklar zuhur etmiştir. Bu Hadisi Şeriften anlaşılıyor ki, sıra Suudi Arabistan da.
 3. Dünya savaşının çıkış kapısının Mısır olduğunu işaret eden Hadisi Şerifte şöyledir:
“Mısır’da Emevi soyundan burnu çökük birisi çıkar (Hüsnü Mübarek) mağlup olur Rum’a kaçar. Onları İskenderiye’ye getirir ve ehli İslam’la savaşırlar bu melhamelerin (büyük savaşların) ilki olur. Bu Hadisi Şeriften anlaşılıyor ki Mısır’da henüz her şey bitmedi…
 Emeviler döneminde bu günkü Libya, Tunus gibi ülkeler de Mısır’a dahildi. Yani Hadisi Şerifin işaret ettiği gibi, bu gün Libya ile savaşan Rumlar yani batılılar, 3. Dünya savaşının düğmesine basmışlardır. Bu savaşlara zaman zaman ara verilse de büyüyerek Dünya’yı saracaktır. Savaşlarla birlikte doğal afetler, hastalıklar, kıtlıklar, çoğalarak gelecektir. İşte bu durumdan faydalanan batılı güçlerin planlarından biride; İslam dünyası üzerinde büyük itibar kazanan Türkiyemizin parçalanması için ülke topraklarında büyük Kürt Türk çatışmasını tetiklemek istemektedirler. Çünkü tağut zihniyeti çok iyi biliyor ki Türkiye düşerse, İslam alemini çok çabuk yok edeceklerdir. Burada biz Türkiye de yaşayan tüm Müslüman kardeşlerimizin çok dikkatli olup öyle bir oyuna gelmemelerini hatırlatmak isteriz. Çünkü esas olan ırk birliği değil İslam birliğidir. Biz Türkler ve Kürtler bir tek Allah’a, Ahir zaman Peygamberine (s.a.v) ve Kuran’a inanan kullarız. Tağutun oyununa gelmemek için bölgelerimizdeki İslam Alimleri’nin bu konuda İslam birliği için, Vatanımızın toprak bütünlüğü için ve Arap Ülkelerinin birlik beraberliği için çalışması gerekmektedir. Ancak bu konuda Peygamber Efendimiz bir Hadisi Şerifinde üzüntüyle İslam Alimlerini şöyle uyarıyor:
“İnsanlar üzerinde öyle bir zaman gelir ki Ulema köpekler öldürülür gibi öldürülür. Keşke o zaman Ulema birlik olsaydı.” Deylemi

 Bu Hadisi Şerifte de anlaşılıyor ki, maalesef İslam Uleması birlik değildir. Ancak İslam Alemi fertlerine gelecek her türlü zarardan İslam Uleması sorumludur.
 İslam Devletlerinin, çok acı olan bir eksik tarafı da, tağut zihniyetine hizmet eden Devlet Reislerinin bu ülkelerin başında olmasıdır. (Bahreyn, Kuveyt gibi)  Hatta bazı İslam devletleri genelde tağut zihniyetine hizmet etmektedirler. Bu konuda bizi uyaran bir Hadisi Şerif şöyledir:
“Ümmetimden bazı kabileler müşriklere iltihak etmedikçe ve Ümmetimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmayacaktır.” Ebu Davut, Tirmizi
 Tağut şerri, gün geçtikçe azgınlığını arttırarak Arap Ülkelerini sömürgeleri haline getirip, halkını yok etmeyi planlamaktadır. Bu hususta bir Hadisi Şerif şöyledir:
“ Yaklaşmakta olan şerden dolayı vay Arabın haline! Eğer muktedir iseniz ölünüz.” İmam Malik

 İşte böyle bir ortamda, Arap milletlerinin, devletlerinin kabilelerinin umudu, Türkiye ve Türkiye’yi yönetenler olmuştur. Biz Türkiye de yaşayan kardeş halklar olarak, özellikle Türk Kürt çatışmasına fırsat vermemeliyiz. Bu hususta Peygamber Efendimiz (s.a.v) bizi şöyle uyarmaktadır:
“…sonra bulutlar gibi fitneler zuhur eder. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki siz o fitne zamanında yükselip birbirinizin boyunlarını ısıran yılanlar haline döneceksiniz.” Şarani
 İşte bu Hadisi Şerifte ki birbirini ısıran yılanlar gibi olmamak için, biz bu Ülkenin insanları, hz. Peygambere (s.a.v) saygımızdan, getirdiği Kuran’a hürmetimizden, Allah’u Teala’ya olan derin inanç ve sevgimizden ödün vermeyerek, tek bir millet tek bir ümmet gibi İslam Aleminin koruyucusu olarak, birbirimize düşmeden tağut zihniyetine karşı ayakta dimdik durmalıyız. Ahirette Allah’u Teala’nın huzurunda hepimiz Ümmeti Muhammed olarak bulunmalıyız. Allah’u Teala ahiret gününde bizlere, “Türkler şu tarafa Kürtler bu tarafa” demeyecektir.

Hepimiz Allah’ın kulları olarak huzurunda duracağız. Böyle bir fitne zamanında Devletimize destek olarak birlik ve beraberlik içerisinde, tağuta dirayetimizi inanç birliğimizi gösterme zamanıdır.
Allaha emanet olun
Cafer İSKENDEROĞLU